24 Şubat 2011 Perşembe

Karanlıktan Çok Korkan Adamın İbretlik Hikayesi

O gece uyandığımda kafamdan “Her erkek hayatında en az bir defa gece uyanıp işemek zorunda kalacaktır.” cümlesinin geçmesini isterdim. Bunun gibi kendinden emin cümleler kurmayı takriben bir yıldır çok seviyorum. O cümle geçseydi aklımdan ve sonuna bir “herhalde.” eklemeseydim, belki işememe gerek kalmayacaktı.

Gece uyanmalarında -en azından benim için- sabah uyanmalarının güzelliği yoktur. Sabah mahmurluğunda uykuya karşı verilen mücadele, gece mevzubahis olduğunda görünmeyen tehlikeli varlıklarla verilen mücadeleye dönüşüyor. Daha sonra bu görünmeyen varlıkların dürülmüş bir kilim, belden aşağısı kaybolmuş oyuncak bir robot ve çöp tenekesi olduğunu farketmeniz mücadelenizde size herhangi bir anlamda destek olmuyor. İşte bu yüzden, gece mahmurluğumu kısa keser, arkasından bir yırtıcı yaklaşan ceylan tedirginliğiyle kafamı hemen yukarı kaldırır ve sırtımı duvara veririm. Çünkü görünmeyen şey, görünmez olduğu, gizlenmesine gerek olmadığı halde arkamdan gelecektir. Sırtımı mevsimine göre sıcak veya soğuk olan duvara verdikten sonra, evvela duvarda bir el türememesi için, sonra da görünmeyen ne varsa peşimi bırakması için dua okurum. Görünmeyen bir şeyi, bir başka görünmeyenin gücüyle def etmeye çalışır beynim.

Sonra aynalar vardır, geceleyin beni en çok korkutan şey, üzerine beyaz bir çarşaf atıp inleyen bir insan değil, gideceğim yol üzerine sinsice konuşlanmış bir aynadır. Yanlış anlamayın, ben aynalardan estetik, edebi bir kaygıyla korkmuyorum. Aynalardan şiir yazmak için korkmuyorum. Aynalardan kendime has sahte bir yabancılaşmadan dolayı da korkmuyorum. Aynalardan, suçlu, sefil, çirkin, merhamet bekleyen yüzümü göreceğim için değil, yüzümü, kendimi göremeyeceğim için korkuyorum. Dikkat ediniz, bir ayna sizi yalnızca zifiri karanlıkta yalnız hissettirir.

Ayağa kalkabilirim. İki ayağı üzerine kalkmak, esasında insanı hayvandan ayıran en temel özelliktir. Ayağa kalkabilir ve kapıya kadar yürüyebilirim. Kapının hemen yanında bir ayna olmasa, kapıyı açabilir, biraz hızlı adımlarla koridoru geçebilir ve aydınlık bir aynalı odada rahat edebilirim. Ama kapının bekçisi, sabahları ayna, geceleri kör kuyu kılığındaki o şey, kapının yanında beni beklemektedir. Sanki içerisinde bir şey bana saldırmak için zayıf bir anımı bekliyordur ve benimle göz göze geldiği anda beni mahvedeceğini biliyordur. Sonra yüzümü parçalayacak, korkudan hareketsiz kalmış dehşet içerisindeki bedenimi o her gece duyup da korktuğum sesler eşliğinde paramparça edecektir. Düşünün hele, bedeniniz parçalanırken duyduğunuz seslerin -son sesler- kapı gıcırtıları ve rüzgar uğultuları olması ne kadar kahredicidir!

Ayağa kalkabilirim. Ayağa kalkarım. Ayağa kalkar ve etrafıma bakarım. Dört duvar, bir tavan ve bir de zeminden ibaret yerde tek çıkış noktama bakarım. Odadan çıkmaya korkan biri için, en elverişli çıkış balkon kapısıdır. Zira balkon penceresi, içinden insanların geçmesi için değil, havanın geçmesi için tasarlanmıştır.

İnsanların farkında olmadığı bir gerçek vardır; balkonlar, intihar için damlardan ve köprülerden daha elverişlidir. Son yolculuğunuzdan önce kendinize biraz zaman ayırabilir, bir sigara içimi sürede hayatınızın filmini gözden geçirebilir, içinden beğendiğiniz sahneleri seyredebilirsiniz. Her şeyi ölüm anına sıkıştırmaz, son anınızın keyfini çıkarabilirsiniz. Üstelik bu süre içinde en sevdiğiniz iki şarkıyı baştan sona söyleyebilirsiniz. İddiaya girerim, basit bir mezarlıkta, en sevdiği iki türküyü tekrar söyleyebilmek için dirilmek isteyen bir milyon ölü bulabilirim.

Balkona çıktım, sigaramı yaktım. Bir yandan korkuyla dolu hayatımın başarısız bir yönetmen tarafından yarım yamalak çekilmiş filmini izlerken, bir yandan en sevdiğim şarkıyı söylemeye başlamıştım: “Yetmiş bir sıcağında, canım Nurhak dağında.”

Türkü bitmişti, sigaramın yarısına gelmiştim. Artık sıkılmaya başlamıştım ve işi bitirmenin zamanı geldiğine karar vermiştim. Demirlere dayandım, aşağıya baktım. Uzun bir yolculuk olacak gibi görünüyordu.

Fermuarımı açtım ve işemeye başladım. Bedenime yayılmaya başlayan rahatlığın eşliğinde ikinci şarkıya başlamıştım: “Yallah cinler yallah, kış kış cinler kış kış!” sıvı damlacıkları uzun bir yolculuk yapıp yere çarpıyorlardı. Geri dönüp uyudum.

Her erkek, hayatında en az bir defa gece uyanıp işemek zorunda kalacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder