23 Şubat 2011 Çarşamba

Canı Sıkılan Sandalyenin Acıklı hikayesi

Bir bilimsel proje kapsamında, Amerika'nın uzak bir kentinde, bilim adamları zamanın durdurulabilirliğini ölçmek amacıyla bir deney planladılar. Buna göre, fiziksel olarak herhangi bir dış etki almayan bir objenin değişip değişmeyeceğini ölçeceklerdi. Bilim adamlarının ve Amerikan halkının "ortak ve yanlış sorusu şuydu": "Dışarıdan herhangi bir fiziksel etkilenmeye maruz kalmayan bir obje için zaman hala varlığını sürdürür diyebilir miyiz?"

Deney için, tamamiyle karanlık ve dış ortamdan yalıtılmış bir oda inşa ettiler, bu odanın inşası on yıl sürdü. Sonra, bu odanın çevresine her ihtimale karşı askeri birliklerle donattılar, ne olur ne olmaz, belki birileri Amerikan halkının bilimsel gelişmelere olan açlığına karşı bir haset duyuyor olabilirdi. Bu ülkünün gerçekleşmesi için gereken her önlem alınmalıydı. Alındı da; ortada yüz metreküplük bir küp, etrafında modern dünyada bilinen en gelişmiş yalıtım teknolojisiyle yapılmış koca bir malzeme katmanı -içinde betondan koka kola şişesine pek çok şey vardı- ve bu malzeme katmanının da dışında, bir şehri tek başına istila edebilecek kuvvette, hava ve kara kuvveti desteğiyle gelişmiş bir askeri üs duruyordu.

Odanın içine, sarı saçlı ve ciddi görünüşlü bilim adamları "Object1" ismini taktıkları bir şeyi koydular. Deney o saatten sonra başlamış sayılıyordu. Object1 o sırada orada bulunacak kadar talihsiz, üzeri bilim adamı götü ile cilalanmış, eski moda, tahta bir sandalyeydi. Object1, çok hisli bir sandalyeydi.

Bilimadamları deney süresini beş yıl olarak öngörmüşlerdi. Beş yıl boyunca herhangi bir ölçüm yapılmayacaktı, çünkü bir ölçüm demek içeriye bir ışın demeti göndermek demekti, bu da sisteme müdahale anlamına gelir ve deney tam anlamıyla başarısız olurdu. Ölçümü beş yılın sonunda yapacaklardı. Object1'in ölçüm sırasındaki olası değişimini hesaplayacak, hesaplanan değişimde herhangi bir sapma olursa "dışarıdan herhangi bir etki almayan objeler için zaman vardır" diyeceklerdi.

Object1, naif ve ince ruhlu tahta sandalye, karanlık ve soğuk -mutlak sıfır- bir odanın içinde tek başına beş yıl boyunca dışarı çıkarılmayı bekleyecek demekti bu.

İlk başta, Object1 durumda herhangi bir değişim sezmedi. Evet, ortam biraz soğuktu, hatta bir sandalye için bile fazla soğuktu, bütün titreşimleri durmuş gibiydi sanki, içinde bir yerlere işliyordu soğuk, fakat yine de çok önemli değildi bu. Bir sandalye soğuğun şiddetinden ziyade, soğuğun varlığını hissederdi. Dışarıda soğuk varsa dışarısı soğuk olurdu, o kadar. Bu, genelde, sandalyenin hayatına etkisiz olurdu. Ortamın karanlık oluşu da ilgisini çekmedi Object1'in, sandalyeler, ortamı zaten göremezdi. Yalnızca dışarıda bir şeylerin karanlık olduğunu, ışıktan yoksun bir yerlerde olduklarını sezebilirlerdi. Bu sezgi, içten, uzun uzun ağaçlar oldukları günlerden geliyor olabirdi, konu hakkında bir kaç sandalye uzun uzun düşünmüştü aslında, ancak bir iletişim yolları olmadığından, düşünceleri kendilerine kalmıştı hep. Sandalyeler, yaratılıştan yalnız varlıklardı.

Zaman ilerledikçe, Object1 durumdan rahatsızlık duymaya başladı, aslında rahatsızlığı da tam duyumsayamıyordu, içine bir yerlere işleyen o kararlı soğuk ve etrafında sezdiği korkulu karanlıktı belki de bu hissi veren. Ama vardı, oralarda bir yerlerde, belki sol arka bacağının altında bir yerlerde, rahatsız bir duygu vardı. Hiç bir zaman konuşamadığı için yalnız olmuştu zaten, fakat şu anda yalnızlığın en uç formuyla karşı karşıyaydı. Ya da değildi, karşısına alabileceği biri olsa yalnız olmazdı zaten.

Bir noktada, biraz geç de olsa, neden burada olduğunu tam olarak anlamasa da, bilim adamlarının onu kullandığını anladı. İçindeki derin rahatsızlık bu sefer bilim adamlarına karşı bir nefrete dönüştü. O onlara yıllarca hizmet etmiş ve hiç şikayet etmemişti, ona bunu mu reva görmüşlerdi? Tanımsız, karanlık ve soğuk bir sıkıntı. Hayatta dayanamadığı bir şey varsa o da verdiği emeğin yeterince takdir edilmemesiydi Object1'in. Zaten, hatayı ta en başta, uysal bir şekilde, insanların üzerine oturmasına izin vererek yapmıştı. Akıllı olup bir kaçına bir çivi batırsaydı şu an burada olmazdı. Bir salça tenekesine ve belki yalnız bir ayakkabıya dokunup sıkıntısını giderebileceği bir çöplükte olurdu. İnsan dünyadaki en doyumsuz, en tatminsiz ve en nankör varlıktı ona kalırsa. Buradan çıktığında bir daha uysal bir sandalye olmayacaktı.

Ne yapması gerektiğini düşündü uzun uzun. Ne yapmalı? Şu insan pisliklerinden öç almak için ne yapmalıydı? Bir sandalye olarak fazla kuvveti yoktu, yapabileceği en etkili şey üzerine oturan insanların kıçına çivi ucu batırmaktı. Başka bir yöntem düşünemiyordu hiç. Ah, şurada ne kadar duracağını bir bilse, ona göre ayarlardı kendini. Ama sonsuza kadar kalabilirdi burda, insanlar onu kameraları ve farklı gereçleriyle izliyor olabilirdi. İnsanlar, kendileri dışındaki hiç bir varlığın özel hayatına saygı göstermeden izleme huyuyla meşhurdu zaten. Daha keskin, daha net bir intikam yöntemi olmalıydı, onlara öyle bir şey göstermeliydi ki, bir daha hiç bir sandalyenin gücünü hafife almamalıydılar.

Aklından türlü türlü intikam geçiyordu, fakat hiç biri olacak gibi görünmüyordu, hiç biri içindeki nefreti şimdiki haliyle, katı ve soğuk biçimde koymuyordu ortaya. Yapısı gereği pasif bir varlıktı, durumu kontrol edip intikam almak hiç alışkın olduğu bir durum değildi. Nihayet, uzun bir düşünme süresinden sonra, pasif bir varlık olduğunu kendi kendine tekrar ederek düşünmeyi bıraktı Object1. Tam o anda, beklenmedik bir şey oldu, yalnız ve artık yavaş yavaş üşümeye başlamış olan Object1'in aklına bir fikir geldi. Hem intikam alabileceği, hem de var olduğunu ispat edebileceği, dikkat çekebileceği bir yöntem vardı: intihar.

Deneyin sonunda, bilim adamları çok sıkı korunan bu odayı açtıklarında dehşet verici bir görüntüyle karşılaştılar: Odanın içinde, yana devrilmiş bir sandalye duruyordu. Otopsi raporunu sandalyenin sahibi olan sarı saçlı bilim adamı hemen hazırladı: "Kendi kendini devirmiş".

Amerikan halkı ve bilim adamları, avrupalılar, asyalılar, afrikalılar ve avustralyalılar, televizyon izleyebilen, gazete okuyabilen dünya halklarının hiç biri bu işin içinden çıkamıyordu. Deneyin sonucu konusunda bir anlaşmaya varılmamıştı, bir grup zamanın tüm etkilerden soyutlanmış her obje için varlığını savunurken, bir başka grup deneyin koşullarının yanlış düzenlenmiş olduğunu, dışarıdan hiç bir etki gelmeksizin bir sandalyenin kendi kendine devrilemeyeceğini savunuyordu.

İnsanlığa özgü o kendini beğenmiş cahillikle, bir sandalyenin sandalyeliğini rahatça reddediyorlardı. Anlamamışlardı. Zaten, şimdiye kadar neyi anlamışlardı ki?

Hakikati Fransa'da bir evde, üzerinde haberleri izleyen bir çocuk oturan yaşlı bir sandalye anladı ancak. Başka sandalyelere anlatamadı o da derdini, fakat biz bunu aktarmaktayı sandalyeliliğe borç biliriz.

"Canı sıkılan biri olduğu sürece, zaman akmaya devam edecektir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder