23 Şubat 2011 Çarşamba

İnsan insanı nasıl sever?

Lisedeydim. Bir gün, okuldan dönerken, çok az tanıdığım biri yanaştı yanıma, adı Canandı, daha önceden birkaç arkadaş vasıtasıyla tanışmıştık. Altı yedi yüz metre ötedeki otobüs durağına doğru gidiyordum, arkamdan yanaşıp kafasını ileri uzatarak “merhaba” dedi, döndüm, kısa boylu, uzun saçlı ve beyaz tenli kızı gördüm, tanıdım. Gözleri kahverengiydi, büyük değildi, güzel de değildi aslında; herhangi bir göz gibiydi. Ve burnu, vücudunun geri kalanıyla çok uyumlu duruyordu, herhangi bir vücuda benzeyen vücudun üzerinde, herhangi bir burun gibiydi. “merhaba” dedim ben de, nezaketen “nasılsın?” diye ekledim sonuna. Soru cümlesiz nezaket olmazdı, nezaket daima karşı tarafı da kapsamalıydı.

“İyim çok teşekkür ederim. Evime gidiyordum da, sen de bu taraftan gidiyorsun galiba, beraber yürürüz diye düşünmüştüm” Dedi sırıtarak. Dişleri, diğer tüm dişlerin yaptığı gibi yan yana dizilmişti.
“Otuz iki tane dişin var değil mi?” dedim. Anlamadı, gözlerini büyüterek baktı bana.
“Nasıl yani? Ne demek istedin anlamadım. Otuz iki tane dişim var tabii” dedi, şaşkınlık ifadesi yüzünde asılı halde.
“Hiç” dedim “ O kadar olması gibi ki her şey sende, otuz iki tane dişin olacağını tahmin ettim”. Yine anlamadı, ama yürümeye devam etti benimle, durağa kadar geldi, otobüse binmemi izledi ve el salladı ben de ona el salladım, nezaket bunu da gerektiriyordu.

Canan her okul çıkışı benimle otobüs durağıma kadar geliyor, yolda benimle muhabbet ediyor ve sonra el sallayıp yolcu ediyordu beni. Her gün benzer şeylerden konuşuyorduk ve onun –aslında pek de sıradan olmayan- düşüncelerini dinliyordum. Canan tuhaftı, ya çok düşünüyordu bir şeyler hakkında ve bunları birine anlatması gerekiyordu, ya da sadece yaratılıştan çok konuşuyordu. Arada bir onu dinlemeye ayırdığım dikkatimde eksiklikler olduğundan bu konuda hiç emin olamıyordum. Fakat her şeye rağmen iyi bir yol arkadaşıydı.

Bir gün, benim durağıma geldiğimiz sırada, ben onu durağına bırakmayı teklif ettim. “Olur” dedi. Geldiğimiz tüm yolu gerisin geri yürüdük. Okulun önünden geçip birkaç yüz metre daha yürüyünce bir durağa geldik. “İşte burası da benim durağım” dedi. Bunu, yol boyunca aramıza çöken suskunluğu bozmak için söylediğine emindim. Onun durağına gitmek için sırtımızı geldiğimiz yola çevirdiğimizde bir şeyler anlamış ve susmuştum. O da benim anladıklarımı anlatmak istercesine susmuştu. Ve şimdi “işte burası da onun durağıydı” aklıma dedemin yanında izlemekten utandığım bir film geldi. Eğildim ve öptüm ağzından.

3 yorum:

  1. Güzel güzel. Alttan alta 'nezaket' denen meretin bize yaptırdıklarının akıp gitmesi güzel. Bu akıntı biraz daha deşilse - böyle ufak bir metinde değil elbette - daha güzel olurmuş.

    Yabancılaşmalar ve 'sıradanlık'ların üzerine nasıl da insanî hisler katılıp da sevgiye ulaşıldığını güzel göstermiş. Kadın-erkek arasındaki dengeyi - amaçları arasında var mı bilinmez - güzel betimlemişsin duraklar arasında fark koyarak.

    Ben beğendim.

    Çalıntı cümle işine girişsem; şunu alırdım:
    "Soru cümlesiz nezaket olmazdı, nezaket daima karşı tarafı da kapsamalıydı."

    YanıtlaSil