29 Nisan 2011 Cuma

Bir acayip adam

Anası Suphiyı ve büyük bir umudu aynı anda doğurdu. Suphi ağlamadı ilkin, korktular. Ağlasın diye küçücük kıçına vurdular. Erkekler ilk o zaman ağladı ve büyümeye başladılar. Hayaller görüp kırıldılar, iyice büyüdüler, oyuncakları olmadığını anladılar ve onların “oyuncakları olduğuna inandır”acak kimseleri olmadı. Biraz daha büyüdüler, erkerkler kavga etmeyi, çalmayı ve sigara içmeyi öğrendiler. Biraz daha büyüdüler ve içki içmeyi öğrendiler. Sonra cigara geldi, onu da öğrendiler -bir kısmı tabii- bir kısmı, o sırada büyümeyi bıraktı. Suphi büyümeyi bırakmayanlardandı, ilkokuldan sonra okumadı. Kaportacıya girdi, eti de kemiği de kendine ait olmayan her erkek gibi, isyan etmeyi seçti. Delirdi, çıktı işten. Parası olunca orospusu ve cigarası vardı. Askere gitti sonra, geri geldi. İşsizdi, kafası çok bulanıktı ve sabahtan akşama kadar babasını, hayat derslerini dinliyordu. Sıkıldı bir yerde. Umutla beraber girdiği evden, sırtına umutsuzluğu giyerek çıktı dışarı. Umudu aramaya çıktı, bulmadan eve geri dönmeyeceğine yemin etti.

Bir karar vermiş erkekler, gururlarını bir kenara bırakamadılar. Bir karar, olsa olsa bir karardı ve kimse haberdar olmadan ondan vazgeçilebilirdi. Vazgeçmediler. Evin bahçesinden bir çıkış çıktılar ki, karşıda alev alev gökler yüzüyor, akşam çökmek için gündüzle güreş tutuyor ve mahallenin çocukları evden ulumalarla çağrılıyordu. Ezan bu sefer, akşam namazının geldiğini değil de, erkeklerin öldüğünü bildirir gibi yavaş, hüzünlü bir makamdan okunuyordu. Suphi cebine baktı, deniz olsaydı denize tükürürdü.